Uyandığımda her zamankinin aksine ne bir serçe sesi vardı ne de bir rüzgar uğultusu. Sabahın kulakları sağır eden sessizliği bir önceki gecenin o gürültülü patırtılı, bağıran çağıran fırtınanın tam zıddı bir sessizlikti. Sabahın erken saatinde gözlerimi açtığımda bunu hemen fark etmiştim. Pencereye gittim. Nedeni bu sessizlik gibi etrafı saran beyazlıktı. Çekip gittiklerini zannettiğim kuşlar ağaçların çıplak beyaz dallarında tüylerini kabartmış öylece oturuyorlardı.
Güneş karların üstünde oynaşıp her bir zerreciği birer elmas taneleri gibi gösteriyordu. Kışı severdim. Gün güzel başlamıştı. Sevgilimle buluşacağım gün olduğunu farz ettim. İşleri dolayısıyla uzun zamandır birbirimizi görememiştik. Her neyse anlatacağım hikayede özel hayatımı anlatacak değilim.
Aslında özel hayat çok önemlidir. Ancak insan dertlerini paylaşmazsa
birbirinin zehrini nasıl alabilir? Paylaşım nedir? Kimseyle dost olamayacak
mıyım? Kimseyi sevemeyecek miyim? Kimseye güvenemeyecek miyim? Kimseye derdimi anlatamayacak mıyım? Herkesin
içinde hep tek başına, yapayalnız mı kalacağım? Her şeye yabancıyım artık.
Tüm bunları düşünürken kış mevsimini sevsem de ne kadar
üşüten bir mevsim olduğunu fark ettim. Üşüdükçe yalnızlığımıza sarındığımız
gibi giysilerimize sarınıyorduk. Ahh kışı hem seviyorum hem de sevmiyorum.
Böyle yürürken sevgilimle parkta buluşacağımı düşledim. Parka gitmişim. Parktaki
diğer insanların nasıl olduğunu düşünmüyorum. Sevinç içindeyim. Sevgilimle
buluşacağımız büyük ağacın altına geldim. Banka oturdum. Öğleden sonranın
güneşi biraz olsun ısıttı beni. Bankta yalnız değilim. Yaşlı bir adam oturuyor.
Her yerini örten bir battaniyeye sarınmış. Kafasını eğmiş. Sadece kafasının
üstüyle burnunun üstünü görüyorum.
Birkaç dakika öylece sessizce oturduk. Adam birden,
-Havaya tükür de yüzüne yağsın, dedi ve başını arkaya atıp
kahkahasını koyuverdi.
Boş bulunup korkudan yerimden sıçrayıverdim. ‘Acaba
tanışıyor muyuz’,diye döndüm baktım. Yoo-ooo tanışmıyoruz.
-Efendim, neden güldünüz öyle? Neden havaya tükürecek mişim?
Neden tükürüğüm yüzüme yağsın ki?
Adam döndü bana baktı. Yüzünü ancak o zaman fark ettim. Yüzü
dağları nehirleri gösteren harita gibi kıvrım kıvrımdı. Güneşten ya da kardan
koyulaşmış ten renginin tam zıddı masmavi gözleri vardı. Beni yerimden sıçratan
sözleri olmuştu ama şimdi kalbimi acıtan bu bakışlardı. Öfkeli öfkeli baktıktan
sonra birden yüzü yumuşadı ve tekrar başını önüne eğdi. Bir müddet ona
bakakaldım. Adamın ellerinin hiç
yıkanmamış gibi kirli olduğunu fark ettim. Yalnız bir adam diye
düşledim.
Ama beğenmedim bunu. Adam yapayalnız tamam da neden parkta
bir bankta otursun ki, diye düşündüm.
Kar küçük pamuklar gibi karanlık semalardan tepemize
yağarken bir köprünün altından geçtiğimi düşündüm. Sokaklarda göçmen çocuklar.
Hep evlerini merak etmişimdir. Bu çocukların anneleri babaları nerede, onları
hiç merak etmez mi? Geceleri uykularında öksürürler mi yoksa ateşleri çıkar mı?
Göçmen olmak başka bir ülkede hiçbir güvenecek dostları olmadan yaşamak ne zor
diye düşündüm. Köprü altından geçerken
yerlere baktım. Ne kar vardı ne ıslaklık. Sadece insanın içine işleyen kışın
soğuğu düşmanca oynaşıp duruyordu. Köprü duvarlarının kenarlarında evsiz
barksız kadınlar çocuklar dizilmişlerdi. Birbirlerinin içlerine girmiş
üstlerinde ince bir battaniye örtünmüşlerdi. Sadece gözleri görünüyordu. Kışın
kar sessizliği sanki köprü altındaki insanların üzerine sinmişti. Köprüden
dışarı çıktım. Yol kenarında bir bank var. Oturdum. Bankta bir adam battaniyeye
sarınmış oturuyor. Oturduğumu görünce dönüp;
-Simuça verdi, dedi.
-Efendim?
-Simuça verdi kendini.
-Kim?
-Sevgilim kendini simiçuna verdi.
-Kim o?
-Yani benim sevgilim kendini ucuza verdi.
-Kime?
-Başka paralı bir adama kendini ucuza sattı, ona kaçtı. Evlenecektik. Nikah masasında eski zengin
sevgilisiyle kaçtı haspam. Ona evlenelim, seni seviyorum, dedim. Olur, dedi.
Bankadan oradan buradan borç topladım, istediği düğümü yaptım. Düğünde altın
bilezik, taktılar. Altından boynuna kulaklarına takı taktılar. Hepsini aldı
kaçtı haspam. Meğer herkes biliyormuş onun başkasını sevdiğini. O gidince
başıma karlar yağdı. Hayata küstüm. Artık hep sokaktayım. Kimseye güvenmiyorum.
Sokak ve sokak hayvanları tek güvendiğim. Ha bir de şu göçmenler. Hiç
konuşmadığımız halde bana bazen ekmek getiriyorlar,dediğini düşledim.
Kendi kendime ‘Amaaaan,dedim. Gideyim bir kahve içeyim.
Yürürken ayakkabımın karda çıkardığı tatlı gıcırtıları dinledim.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder