19 Nisan 2020 Pazar

Kendini Simuça Verdi

                                 

               


                                                 


           Uyandığımda her zamankinin aksine ne bir serçe sesi vardı ne de bir rüzgar uğultusu. Sabahın kulakları sağır eden sessizliği bir önceki gecenin o gürültülü patırtılı, bağıran çağıran fırtınanın tam zıddı bir sessizlikti. Sabahın erken saatinde gözlerimi açtığımda bunu hemen fark etmiştim. Pencereye gittim. Nedeni bu sessizlik gibi etrafı saran beyazlıktı. Çekip gittiklerini zannettiğim kuşlar ağaçların çıplak beyaz dallarında tüylerini kabartmış öylece oturuyorlardı.  



Güneş karların üstünde oynaşıp her bir zerreciği birer elmas taneleri gibi gösteriyordu. Kışı severdim. Gün güzel başlamıştı. Sevgilimle buluşacağım gün olduğunu farz ettim.  İşleri dolayısıyla uzun zamandır birbirimizi görememiştik. Her neyse anlatacağım hikayede özel hayatımı anlatacak değilim.
Aslında özel hayat çok önemlidir. Ancak insan dertlerini paylaşmazsa birbirinin zehrini nasıl alabilir? Paylaşım nedir? Kimseyle dost olamayacak mıyım? Kimseyi sevemeyecek miyim? Kimseye güvenemeyecek miyim?  Kimseye derdimi anlatamayacak mıyım? Herkesin içinde hep tek başına, yapayalnız mı kalacağım? Her şeye yabancıyım artık.
Tüm bunları düşünürken kış mevsimini sevsem de ne kadar üşüten bir mevsim olduğunu fark ettim. Üşüdükçe yalnızlığımıza sarındığımız gibi giysilerimize sarınıyorduk. Ahh kışı hem seviyorum hem de sevmiyorum.
Böyle yürürken sevgilimle parkta buluşacağımı düşledim. Parka gitmişim. Parktaki diğer insanların nasıl olduğunu düşünmüyorum. Sevinç içindeyim. Sevgilimle buluşacağımız büyük ağacın altına geldim. Banka oturdum. Öğleden sonranın güneşi biraz olsun ısıttı beni. Bankta yalnız değilim. Yaşlı bir adam oturuyor. Her yerini örten bir battaniyeye sarınmış. Kafasını eğmiş. Sadece kafasının üstüyle burnunun üstünü görüyorum.  Birkaç dakika öylece sessizce oturduk. Adam birden,
-Havaya tükür de yüzüne yağsın, dedi ve başını arkaya atıp kahkahasını koyuverdi.
Boş bulunup korkudan yerimden sıçrayıverdim. ‘Acaba tanışıyor muyuz’,diye döndüm baktım. Yoo-ooo tanışmıyoruz.
-Efendim, neden güldünüz öyle? Neden havaya tükürecek mişim? Neden tükürüğüm yüzüme yağsın ki?
Adam döndü bana baktı. Yüzünü ancak o zaman fark ettim. Yüzü dağları nehirleri gösteren harita gibi kıvrım kıvrımdı. Güneşten ya da kardan koyulaşmış ten renginin tam zıddı masmavi gözleri vardı. Beni yerimden sıçratan sözleri olmuştu ama şimdi kalbimi acıtan bu bakışlardı. Öfkeli öfkeli baktıktan sonra birden yüzü yumuşadı ve tekrar başını önüne eğdi. Bir müddet ona bakakaldım.  Adamın ellerinin hiç yıkanmamış gibi kirli olduğunu fark ettim.  Yalnız bir adam diye düşledim.
Ama beğenmedim bunu. Adam yapayalnız tamam da neden parkta bir bankta otursun ki, diye düşündüm.
Kar küçük pamuklar gibi karanlık semalardan tepemize yağarken bir köprünün altından geçtiğimi düşündüm. Sokaklarda göçmen çocuklar. Hep evlerini merak etmişimdir. Bu çocukların anneleri babaları nerede, onları hiç merak etmez mi? Geceleri uykularında öksürürler mi yoksa ateşleri çıkar mı? Göçmen olmak başka bir ülkede hiçbir güvenecek dostları olmadan yaşamak ne zor diye düşündüm.  Köprü altından geçerken yerlere baktım. Ne kar vardı ne ıslaklık. Sadece insanın içine işleyen kışın soğuğu düşmanca oynaşıp duruyordu. Köprü duvarlarının kenarlarında evsiz barksız kadınlar çocuklar dizilmişlerdi. Birbirlerinin içlerine girmiş üstlerinde ince bir battaniye örtünmüşlerdi. Sadece gözleri görünüyordu. Kışın kar sessizliği sanki köprü altındaki insanların üzerine sinmişti. Köprüden dışarı çıktım. Yol kenarında bir bank var. Oturdum. Bankta bir adam battaniyeye sarınmış oturuyor. Oturduğumu görünce dönüp;
-Simuça verdi, dedi.
-Efendim?
-Simuça verdi kendini.
-Kim?
-Sevgilim kendini simiçuna verdi.
-Kim o?
-Yani benim sevgilim kendini ucuza verdi.
-Kime?
-Başka paralı bir adama kendini ucuza sattı, ona kaçtı.  Evlenecektik. Nikah masasında eski zengin sevgilisiyle kaçtı haspam. Ona evlenelim, seni seviyorum, dedim. Olur, dedi. Bankadan oradan buradan borç topladım, istediği düğümü yaptım. Düğünde altın bilezik, taktılar. Altından boynuna kulaklarına takı taktılar. Hepsini aldı kaçtı haspam. Meğer herkes biliyormuş onun başkasını sevdiğini. O gidince başıma karlar yağdı. Hayata küstüm. Artık hep sokaktayım. Kimseye güvenmiyorum. Sokak ve sokak hayvanları tek güvendiğim. Ha bir de şu göçmenler. Hiç konuşmadığımız halde bana bazen ekmek getiriyorlar,dediğini düşledim.
Kendi kendime ‘Amaaaan,dedim. Gideyim bir kahve içeyim. Yürürken ayakkabımın karda çıkardığı tatlı gıcırtıları dinledim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder